Depozito İadesi

Anahtar Kelimeler: Depozito, Güvence, Güvence Bedeli, Depozito İadesi, Güvence Bedeli İadesi

Uygulamada “depozito” olarak ifade edilen kavram, Türk Borçlar Kanunu (TBK) madde (m.) 342 hükmünde “güvence” olarak belirtilmektedir. Güvence bedeli konut ve çatılı işyeri kiralarında kiracının kullanımına bırakılan taşınmaza kiracı tarafından verilen zararların karşılanmasına hizmet etmektedir.

Kira sözleşmelerinde güvence bedeli kararlaştırılması zorunlu değildir. Ancak kiracı tarafından güvence verme borcu getirilmişse, bu güvence 3 aylık kira bedelini aşamaz (TBK m. 342/1).

TBK öncesi dönemde -güncel olarak da kira sözleşmelerinde aşağıda incelenecek hükme aykırı şekilde- güvence bedeli olarak kararlaştırılan meblağın kira sözleşmesinin imzalanması esnasında kiraya verene nakit olarak ödendiği yazılmaktadır.

TBK’nin getirdiği yeniliklerden biri de güvence bedelinin kira sözleşmesinin imzalanması esnasında nakit olarak ödenmemesi yönündedir. TBK m. 342/2 hükmünde bu durum “Güvence olarak para veya kıymetli evrak verilmesi kararlaştırılmışsa kiracı, kiraya verenin onayı olmaksızın çekilmemek üzere, parayı vadeli bir tasarruf hesabına yatırır, kıymetli evrakı ise bir bankaya depo eder. Banka, güvenceleri ancak iki tarafın rızasıyla veya icra takibinin kesinleşmesiyle ya da kesinleşmiş mahkeme kararına dayanarak geri verebilir.” şeklinde ifade edilmektedir. Yani kararlaştırılan güvence bedeli nakit olarak kiraya verene ödenmeyecek, kiracı adına, kiraya verenin onayı olmaksızın çekilmemek üzere açılacak vadeli bir hesaba yatırılacaktır.

Emredici nitelikteki bu hükmün aksine kiracı yahut kiraya veren lehine anlaşma yapılması mümkün değildir (YAVUZ, Cevdet, ACAR, Faruk, ÖZEN, Burak, Türk Borçlar Hukuku Özel Hükümler, İstanbul, 2014, s. 605-606).

Banka yatırılan bedeli: i) Kiraya veren ve kiracının rızasıyla; ii) Kesinleşen icra takibine istinaden; iii) Davada verilen ve kesinleşen karara istinaden iade edebilir (TBK m. 342/2). Buradaki ifade kiracıya iade anlamına geldiği gibi kiraya verene teslim edilme anlamına da gelmektedir (GÜMÜŞ, Mustafa Alper, Borçlar Hukuku Özel Hükümler Cilt-1, İstanbul, 2013, s. 284; YAVUZ, ACAR, ÖZEN, s. 615).

Kiracı tarafından açılan bu hesaba yatırılan güvence bedeli şüphesiz ki kira ilişkisinin sonlanmasının ardından sonsuza kadar hesapta duracak değildir. TBK m. 342/3 hükmünde kiraya verene güvence bedeline ilişkin talebini ileri sürmesi için 3 aylık bir süre getirilmiştir. Buna göre kiraya veren kira sözleşmesinin sona ermesini izleyen 3 ay içinde kiracıya karşı kira sözleşmesiyle ilgili bir dava açtığını veya icra ya da iflas yoluyla takibe giriştiğini bankaya yazılı olarak bildirmemişse banka, kiracının istemi üzerine güvenceyi geri vermekle yükümlüdür.

Bunun yanında Yargıtay TBK m. 335 hükmüne istinaden “Somut olayda mahkemece bozma ilamına uyulmak suretiyle bilirkişi heyetinden rapor alınarak sonuca göre karar verilmiş ise de, davalı kiraya verenin tahliye sonrası hasar, kira veya yan gider alacağı bulunduğunu ileri sürmediği anlaşılmakla, dava konusu edilen 60.000 TL’lik depozito bedelinin ödenmiş olan kira bedellerinden mahsup edilmesi gerektiği kuşkusuzdur.” (Y. 3. HD, 11.02.2019 T., 2017/8216 E., 2019/948 K., www.kazanci.com, Erişim Tarihi: 16.04.2020) yönünde karar vermiş ve kiraya verenin tahliye sonrası kiracıya bildirimde bulunmadığı takdirde güvence bedelinin iadesinin gerekeceğini belirtmiştir.

TBK m. 342/3 hükmünde yoruma muhtaç ifadeler yer almaktadır. Örneğin teknik anlamda güvence bedeli her ne kadar kiracının kiralanana verdiği zararların ve ödemediği yan giderlerin teminatı iken (GÜMÜŞ, s. 281), maddede yer alan kiraya verenin kiracıya karşı “kira sözleşmesiyle ilgili” açacağı dava yahut icra takibi ifadesinden kiraya verenin kira sözleşmesi kapsamındaki tüm alacakları anlaşılmalıdır (GÜMÜŞ, s. 284). Bir diğer husus ise kiraya verenin talebini ancak kira sözleşmesinin sona ermesinin ardından ileri sürebileceği izleniminin aksine talebin kira sözleşmesinin devamı süresince de ileri sürülmesi mümkündür (GÜMÜŞ, s. 284).

TBK m. 342 hükmüne aykırı şekilde kiraya verene nakit olarak ödenmiş olan güvence bedelinin iadesi talepli dava Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK) m. 4/a hükmü uyarınca Sulh Hukuk Mahkemesi nezdinde ikame olunmalıdır.

Yetkili mahkemenin tayini açısından genel yetki kuralının düzenlendiği HMK m. 6 uyarınca davalının (kiraya verenin) yerleşim yeri esas alınabileceği gibi sözleşmeden doğan davalarda yetkinin düzenlendiği HMK m. 10 hükmü de özel yetki hali olarak esas alınabilecektir. Sözleşmelerden doğan davalarda yetki halinde ise TBK m. 89/1 hükmüne başvurulması gerekmektedir. İlgili madde para borçlarının alacaklının ödeme zamanındaki yerleşim yerinde ifa edileceğini düzenlemektedir. Bu hüküm göz önünde bulundurulduğunda peşin ödenen depozito bedelinin iadesi talebinin kiracının yerleşim yeri mahkemesinde de ikame olunabilecektir.

Av. Musa Armağan Adal

Konut ve Çatılı İşyeri Kira Sözleşmelerinin Kiracı Tarafından Süresinden Önce Feshedilmesi

Konut ve çatılı işyeri kiralarının kiracı tarafından olağan feshi Türk Borçlar Kanunu (“TBK”) m.347/1’de düzenlenmektedir. Buna göre kiracı belirli süreli sözleşmenin süresinin bitiminden en az 15 gün önce bildirimde bulunarak kira sözleşmesini feshedebilir. Belirsiz süreli kira sözleşmesinde ise kiracı her zaman fesih hakkını kullanabilir.

Kira sözleşmesinin feshine ilişkin bildirim yazılı olarak yapılmalıdır (TBK m. 348).

Kira sözleşmesinin kiracı tarafından süresinden önce feshine ilişkin TBK Konut ve Çatılı İş Yeri Kiraları hükümleri arasında düzenleme bulunmamaktadır. Bu konunun çözümü için Kira Sözleşmesi Genel Hükümlerine başvurmak gerekecektir.

“Kiralananın sözleşmenin bitiminden önce geri verilmesi” başlıklı m. 325/1: “Kiracı, sözleşme süresine veya fesih dönemine uymaksızın kiralananı geri verdiği takdirde, kira sözleşmesinden doğan borçları, kiralananın benzer koşullarla kiraya verilebileceği makul bir süre için devam eder. Kiracının bu sürenin geçmesinden önce kiraya verenden kabul etmesi beklenebilecek, ödeme gücüne sahip ve kira ilişkisini devralmaya hazır yeni bir kiracı bulması hâlinde, kiracının kira sözleşmesinden doğan borçları sona erer.” hükmünü havidir. Dolayısıyla kira sözleşmesinin kiracı tarafından süresinden önce feshi halinde taşınmazın yeniden kiraya verilebilmesi için gereken makul süre boyunca kira bedeli ödenmeye devam edilmelidir.

Maddede belirtilen makul süre Yargıtay tarafından 3 ay olarak kabul edilmektedir (Y. 3. HD, 16.10.2019 T., 2018/3415 E., 2019/8030 K., www.kazanci.com, Erişim Tarihi: 15.04.2020). Daha eski tarihli farklı daire kararında ise bu süre 2 ay olarak belirtilmiş idi (Y. 6. HD, 23.06.2016 T., 2015/8756 E., 2016/4951 K., www.kazanci.com, Erişim Tarihi: 15.04.2020). Her halükarda yeniden kiraya vermek için gereken sürenin tespitine ilişkin bilirkişi incelemesi dosya üzerinden değil mahallinde yapılmalıdır (Y. 6. HD, 26.05.2016 T., 2016/5372 E., 2016/4145 K., www.kazanci.com, Erişim Tarihi: 15.04.2020). Benzer şekilde makul süre bilirkişi incelemesi yapılmaksızın Mahkeme tarafından, Yargıtay kararlarına uygun olsa dahi, takdir edilemez (Y. 6. HD, 29.03.2016 T., 2016/931 E., 2016/2494 K., www.kazanci.com, Erişim Tarihi: 15.04.2020). Kiracının sorumluluğu her halde kira süresiyle sınırlıdır (Y. 6. HD, 29.03.2016 T., 2016/931 E., 2016/2494 K., www.kazanci.com, Erişim Tarihi: 15.04.2020).

TBK’nın yürürlüğe girmesiyle, kira sözleşmelerine uygulanacak kuralları düzenleyen önceki kanunlarda yer almayan, “kiracı aleyhine düzenleme yasağı” başlıklı 346. maddeyle açıkça düzenlendiği üzere kira sözleşmesinde yapılan, erken fesih halinde kalan aylara ilişkin kira bedellerinin muaccel olacağına ilişkin düzenlemeler geçersiz olacaktır. 

Av. Musa Armağan ADAL

İdari İşlemin İptali ve Tam Yargı Davaları

Anahtar Kelimeler: İdari Yargı, İptal Davası, Tam Yargı Davası, İdari İşlem

İptal davaları ile tam yargı davalarına ilişkin düzenlemeler İdari Yargılama Usulü Kanunu’nda (“İYUK”) yer almaktadır. İdari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan davalar iptal davası (m. 2/1-a), idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan ihlal edilenler tarafından açılan davalar ise tam yargı davası (m. 2/1-b) olarak nitelendirilmektedir. Tam yargı davaları tazminat davası niteliğindedir.

Dava açma süresi, özel kanunlarında ayrı süre gösterilmeyen hallerde Danıştay’da ve İdare Mahkemeleri’nde 60 gün, Vergi Mahkemeleri’nde 30 gündür (m. 7/1).

İptal ve tam yargı davası birlikte açılabileceği gibi doğrudan tam yargı davası da açılabilir veya ilk olarak iptal davası açılarak bu davanın karara bağlanması üzerine, bu husustaki kararın veya kanun yollarına başvurulması halinde verilecek kararın tebliği veya bir işlemin icrası sebebiyle doğan zararlardan dolayı gerçekleştirilme tarihinden itibaren dava süresi içinde tam yargı davası açılabilir (m. 12).

Doğrudan doğruya tam yargı davası açılabilmesi için öncelikle ilgili idareye başvurularak hakların yerine getirilmesi istenmelidir (m.13/1).

Danıştay’da veya idari mahkemelerde dava açılması dava edilen idari işlemin yürütülmesini durdurmaz (m. 27/1). Ancak davacının talebine istinaden, idari işlemin uygulanması halinde telafisi güç veya imkansız zararların doğması ve idari işlemin açıkça hukuka aykırı olması şartlarının birlikte gerçekleşmesi halinde yürütmenin durdurulması kararı verilebilir (m. 27/2). 

Vergi uyuşmazlıklarından doğan ve Vergi Mahkemeleri’nde açılan davalar bakımından davanın açılmasıyla, tarh edilen vergi, resim ve harçlar ile benzeri mali yükümlerin ve bunların zam ve cezalarının dava konusu edilen bölümünün tahsil işlemleri durur (m. 27/4). Ancak İYUK m. 26/3 uyarınca işlemden kaldırılan dosyaların tahsil işlemleri devam eder ve bu işlemden kaldırılan dosyanın yeniden işleme konulması ile ihtirazi kayıtla verilen beyannameler üzerine yapılan işlemlerle tahsilat işlemlerinden dolayı açılan davalarda tahsil işlemi kendiliğinden durmaz, yürütmenin durdurulması talep edilebilir (m. 27/4).

Yürütmenin durdurulması talebi hakkında kabul yahut ret yönünde verilen karar aleyhine 7 gün içinde itiraz yoluna başvurulabilir (m. 27/7).

Gerek Danıştay, gerek Bölge İdare Mahkemesi gerekse de İdare ve Vergi Mahkemeleri tarafından davanın esasına veya yürütmenin durdurulması talebine ilişkin verilen kararlar idare tarafından gecikmeksizin yerine getirilmeye mecburdur (m. 28/1). Bu süre hiçbir şekilde kararın idareye tebliğinden başlayarak 30 günü geçemez, ancak disiplin hükümleri saklıdır (m. 28/1). Bu süre idarenin, kararın gereğini 30 gün içinde yerine getirebileceği şeklinde bir imkan olarak yorumlanmamalıdır; maddede öngörülen süre ölçütü “gecikmeksizin” olarak ifade edilmiştir. Nitekim Danıştay görüşü de bu yöndedir:

Bu emredici nitelikteki hüküm gereği idarenin en geç, aynı maddede belirtilen 30 günlük sürede işlem tesis etmesi hukuken zorunludur. İdari işleyiş nedeniyle oluşabilecek olası gecikmeler için öngörülen 30 günlük sürenin, karar gereklerinin yerine getirilmesinin geciktirilmesi amacıyla kullanılması hukuken olanaklı değildir. Dolayısıyla, bu süre idarenin işlem tesis etmesi gereken en son tarihi belirlemekte olup, 30 günlük sürenin bitimiyle beraber idarenin yargı kararlarının gereklerine göre işlem tesis etmeme yönündeki iradesi ortaya çıkmış olacaktır.” (Danıştay İDDGK 07.04.2011 T., 2007/557 E., 2011/212 K., www.kazanci.com, Erişim Tarihi: 15.05.2020)

Dava sonucunda idarenin ödemesi yönünde karar verilen parasal değerlerin ödenmesini sağlamak için öncelikle davalı idareden yazılı şekilde talepte bulunulmalıdır; talebin süresinde yerine getirilmemesi halinde icra takibi başlatılabilir (m. 28/2).

Av. Musa Armağan ADAL

Tüketici Sözleşmelerinde Haksız Şart Kavramı ve Sonuçları

Anahtar Kelimeler: Tüketici, Sözleşme, Haksız Şart

Tüketici işlemleri 6502 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun (TKHK) kapsamında düzenlenmektedir. Kanunda tüketici “ticari veya mesleki olmayan amaçlarla hareket eden gerçek veya tüzel kişi” olarak, tüketici işlemi ise “Mal veya hizmet piyasalarında kamu tüzel kişileri de dâhil olmak üzere ticari veya mesleki amaçlarla hareket eden veya onun adına ya da hesabına hareket eden gerçek veya tüzel kişiler ile tüketiciler arasında kurulan, eser, taşıma, simsarlık, sigorta, vekâlet, bankacılık ve benzeri sözleşmeler de dâhil olmak üzere her türlü sözleşme ve hukuki işlemi” tanımlanmıştır. Başlığından da anlaşılacağı üzere kanunun amacı tüketicinin korunmasıdır. Tüketici işlemlerine ilişkin temel ilkelere TKHK m. 4’te yer verilmiştir.

Tüketici sözleşmelerindeki haksız şartlar, TKHK m. 5’de düzenlenmiştir. Haksız şart tüketiciyle müzakere edilmeden sözleşmeye dâhil edilen ve tarafların sözleşmeden doğan hak ve yükümlülüklerinde dürüstlük kuralına aykırı düşecek biçimde tüketici aleyhine dengesizliğe neden olan sözleşme şartlarıdır (TKHK m. 5/1).

Bir sözleşme şartı önceden hazırlanmış ve standart sözleşmede yer alması nedeniyle tüketici içeriğine etki edememişse, o sözleşme şartının tüketiciyle müzakere edilmediği kabul edilir. Sözleşmeyi düzenleyen, bir standart şartın münferiden müzakere edildiğini iddia ediyorsa bunu ispatla yükümlüdür. Sözleşmenin bütün olarak değerlendirilmesinden standart sözleşme olduğu sonucuna varılırsa, bu sözleşmedeki bir şartın belirli unsurlarının veya münferit bir hükmünün müzakere edilmiş olması, sözleşmenin kalan kısmına bu maddenin uygulanmasını engellemez (TKHK m. 5/3).

Tüketiciyle akdedilen sözleşmelerde yer alan haksız şartlar kesin olarak hükümsüzdür. Sözleşmenin haksız şartlar dışındaki hükümleri geçerliliğini korur. Bu durumda sözleşmeyi düzenleyen, kesin olarak hükümsüz sayılan şartlar olmasaydı diğer hükümlerle sözleşmeyi yapmayacak olduğunu ileri süremez (TKHK m. 5/2).

TKHK m. 5/9 hükmüne istinaden hazırlanan Tüketici Sözleşmelerindeki Haksız Şartlar Hakkında Yönetmelik 17.06.2014 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Yönetmelik m. 5/1 hükmünde haksız şart nitelendirmesi için şu iki unsurun bir arada olması gerekliliği düzenlenmiştir: i) Tüketiciyle müzakere edilmeden sözleşmeye dahil edilme, ii) Tarafların sözleşmeden doğan hak ve yükümlülüklerinde dürüstlük kuralına aykırı düşecek biçimde tüketici aleyhine dengesizliğe neden olma.

Yönetmelik, tüketicilerin genel olarak müzakere imkanının bulunmadığı gerçeğine istinaden önceden hazırlanan ve standart sözleşmede yer alan şartlar müzakere edilmemiş kabul edilir (Yönetmelik m. 5/2). Bu kabul karine niteliğinde olup, aksinin sözleşmeyi düzenleyen tarafından ispatı mümkündür.

Yönetmelik m. 7 hükmünde, TKHK hükümleriyle uyumlu şekilde haksız şartların kesin hükümsüz olduğu öngörülmüştür.

Yönetmelik ekinde “Haksız Sözleşme Şartları” başlıklı bir liste yer almaktadır. Bu listede örnek olarak sayılan, sınırlayıcı olmayan şartlar haksız şart olarak kabul edilir (Yönetmelik m. 5/4)

Av. Musa Armağan ADAL

Tüketici Davalarında Harç, Yargılama Giderleri ve Vekalet Ücreti

Anahtar Kelimeler: Tüketici, Harç, Yargılama gideri, Vekalet Ücreti

6502 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun (TKHK) madde (m.) 73/1uyarınca tüketici işlemleri ile tüketiciye yönelik uygulamalardan doğabilecek uyuşmazlıklara ilişkin davalarda Tüketici Mahkemeleri görevlidir.

Harçlara ilişkin düzenleme ise m. 73/2’de yer almaktadır. Buna göre tüketiciler, tüketici örgütleri ve Ticaret Bakanlığı tarafından Tüketici Mahkemeleri nezdinde açılan davalar 492 sayılı Harçlar Kanunu’nda düzenlenen harçlardan muaftır. Diğer yandan harçlar için geçerli olan bu muafiyet yargılama giderleri açısından söz konusu değildir.

Bu muafiyetin kapsamı, tüketiciler tarafından dava açılırken harç ödenmeyeceği gibi, davanın açılması sırasında tüketici tarafından harç ödememiş olacağından, tüketicinin davasının reddedilmesi halinde de harç nedeniyle herhangi bir sorumluluğu doğmayacaktır. 

Tüketicinin reddedilen davası nedeniyle yalnızca karşı taraf lehine hükmedilecek vekalet ücreti ve yargılama giderleri yönünden ekonomik yükümlülüğü doğacaktır.

Tüketiciler aleyhine açılan davalar bakımından ise bu muafiyet geçerli değildir.

Konusu para olan veya para ile değerlendirilebilen tüketici davalarında hükmedilecek vekalet ücreti Türkiye Barolar Birliği tarafından yayımlanan 2020 yılı Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi’nin Üçüncü Kısım hükümlerine göre, nispi, yani dava konusunun parasal değeri üzerinden belirlenir. Ayrıca m.12/1 hükmünde tüketici hakem heyetlerinin tüketici lehine verdiği kararlara karşı açılan itiraz davalarında, kararın iptali durumunda tüketici aleyhine, tarifenin yine üçüncü kısmına göre yani nispi vekalet ücretine hükmedilir.

Öte yandan, Avukatlık Kanunu m. 164/5 hükmü uyarınca dava sonunda, kararla tarifeye dayanılarak karşı tarafa yüklenecek vekalet ücreti avukata aittir.

Av. Musa Armağan ADAL

Haciz Müzekkeresinden Sonra Doğan Alacaklar Yönünden İtiraz

Anahtar Kelimeler: Haciz, 89/1 Müzekkeresi, İtiraz

İcra ve İflas Kanunu (İİK) madde (m.) 89, borçlunun üçüncü kişilerdeki, bir kıymetli evraka bağlı olmayan, diğer bir ifadeyle hamiline ait olmayan veya cirosu mümkün bir senede bağlı bulunmayan alacaklarının haczine ilişkin düzenlemeler içermektedir (Kuru, Baki, İcra ve İflas Hukuku El Kitabı, Ankara, 2013, s. 460). Söz gelimi uygulamada “89/1 Haciz Müzekkeresi” olarak tabir edilen müzekkerenin ismi İİK m. 89 hükmünün ilk fıkrasından almaktadır zira bu müzekkerenin dayanağı İİK m. 89/1 hükmüdür.

Borçlunun, üçüncü bir kişide mevcut alacağı İİK m. 89 kapsamındadır. Buna göre borçlunun alacaklı olduğu üçüncü şahsa gönderilen haciz müzekkeresiyle borçlunun alacağı olan tutarın müzekkerenin gönderildiği icra dosyasına ödenmesi gerektiği, borçluya yapılan ödemelerin geçersiz olacağı belirtilir. Tabi ki kendisine haciz müzekkeresi gönderilen üçüncü şahsın müzekkereye itiraz hakkı bulunmaktadır. İtiraz tebliğ tarihinden itibaren 7 gün içinde yapılmalıdır. İİK m. 89 hükmünde hangi itirazlarda bulunulabileceği de düzenlenmiştir.

Borçlunun bankada bulunan parasının haczi için de bankaya İİK m. 89/1’e göre haciz müzekkeresi gönderilmelidir. Borçlunun mevcut banka hesabına bundan sonra yatırılacak paraların haczi ancak müstakbel alacak niteliğindeki alacaklar bakımından mümkündür (Kuru, s. 492). Buna örnek olarak tahsil için bankaya ciro edilen bir kıymetli evrakın tahsil edilecek bedeli gösterilebilir (Kuru, s. 492).

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu konuyla ilgili şu içtihadı oluşturmuştur:

Yukarıda yapılan açıklamaların ışığında somut uyuşmazlığın incelenmesinde, haciz ihbarnamesinin tebliğ tarihinde borçlunun davalı/üçüncü kişi banka nezdindeki mevduat hesabında bulunan miktar üzerine haciz uygulandığı, haciz ihbarnamesinde doğacak alacaklar üzerine de haciz konulmuş olduğu bildirilmiş olmasına rağmen takip borçlusu ile davalı/üçüncü kişi banka arasında, banka nezdinde müstakbel alacak doğuracak ( kira, istihkak, maaş vb ) bir hukuki ilişkinin olmadığı, borçlunun banka nezdinde mevduat hesabı bulunmakla birlikte anılan mevduat hesabına düzenli ( periyodik ) olarak para yatırılmasının da söz konusu olmadığı açıktır.

Bu durumda, davalı/üçüncü kişi banka tarafından sadece haciz ihbarnamesinin tebliğ tarihinde mevcut hesap bakiyesine haciz uygulanmasına ilişkin işlem hukuka uygun olup, Özel Daire’nin bozma kararı bu nedenle yerindedir.” (YHGK 26.09.2012 T., 2012/12-139 E., 2012/624 K., www.kazanci.com, Erişim Tarihi: 13.05.2020)

Bu konu hakkında Yargıtay 23. Hukuk Dairesince 2019 yılında verilen kararlar da mevcuttur:

Borçlunun üçüncü kişi ile arasındaki bir hukuki ilişkiye dayanan henüz doğmamış olmakla beraber, doğması muhtemel alacakları için İİK’nın 89. maddesine göre haciz ihbarnamesi gönderilebilir. (…). Haciz ihbarnameleri ile borçlunun borçlusu konumundaki üçüncü kişinin elinde o anda bulunan mal, alacak ve diğer hakların haczedilmesi mümkün olduğu gibi borcun tamamen ödenmesine kadar geçecek sürede üçüncü kişi nezdinde oluşacak alacakların da haczine olanak tanınmıştır.” (Y. 23. HD, 07.03.2019 T., 2016/375 E., 2019/913 K.; 03.10.2019 T., 2016/4322 E., 2019/4056 K., www.kazanci.com, Erişim Tarihi: 13.05.2020)

Görüleceği üzere konuyla ilgili kararlarda farklılık gözlenebilmektedir. Ancak Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararının bankalar özelinde olması nedeniyle bu görüş benimsenerek banka nezdinde müstakbel alacak doğuracak bir hukuki ilişki bulunmaması halinde haciz ihbarnamesinin tebliğ tarihinde hesapta bulunmayan sonraki alacaklar bakımından haciz tatbik edilemeyeceği kabul edilebilir.

Av. Musa Armağan ADAL

Anonim Şirket Yönetim Kurulu Üyesinin Görev Süresinin Dolması

Anahtar Kelimeler: Yönetim Kurulu, Görev Süresi, Görev Süresinin Sona Ermesi, Kamu Borçlarından Sorumluluk

Türk Ticaret Kanunu (“TTK”) madde (m.) 362/1 hükmü uyarınca anonim şirket yönetim kurulu üyeleri en çok 3 yıllık süre için seçilebilir. Bu sürenin dolmasının ardından yönetim kurulu hakkında yeni bir seçim yapılmaması halinde yönetim kurulu üyeliklerinin devam edip etmeyeceği, edecekse hangi sınırlar dahilinde edeceği ve şirket yönetiminin nasıl sağlanacağı tespit edilmelidir.

TTK m. 410/1 hükmünde yönetim kurulunun, süresi dolmuş olsa dahi, genel kurulu toplantıya çağırabileceği öngörülmektedir. Dolayısıyla yönetim kurulunun görev süresinin dolmuş olması genel kurul toplantısı yapılması için usul yönünden bir engel teşkil etmemektedir.

Görev süresinin sona ermesi durumunda yönetim kurulu üyelerinin yetkilerinin devam edip etmediği tartışmalıdır. Yargıtay bir içtihadında “Anonim şirkette yönetim kurulu üyelerinin yerine yenileri seçilene kadar görevleri devam eder. Yeni üyeler seçilinceye kadar süresi biten yönetim kurulu üyelerinin zorunlu olarak görevlerinin devam edeceğinin kabulü gerekir.” denilerek yeni yönetim kurulu üyesi seçilinceye kadar mevcut üyeliğin devam edeceğine hükmetmiştir (Y. 19. HD 11.09.2012 T., 2012/6029 E., 2012/12726 K., www.kazanci.com, Erişim Tarihi: 12.05.2020). Öğretide ise sürenin dolmasıyla birlikte yönetim kurulu üyelik sıfatının kendiliğinden sona ereceği, bu durumda yalnızca genel kurulu toplantıya çağırma yetkisi ile şirketin varlığını sürdürmesi için gerekli ve acil işleri (vergiler, sigorta primleri ile işçilik alacaklarının ödenmesi gibi) yapma yükümlülüğünün devam ettiği savunulmaktadır (Çamoğlu, Ersin (Poroy, Reha, Tekinalp, Ünal), Ortaklıklar Hukuku I, İstanbul, 2014, s. 365).

Ticaret siciline ilişkin hükümlerden TTK m. 31/1 uyarınca tescil edilmiş hususlarda meydana gelen her türlü değişiklik de tescil olunur. Bu hükmün yanı sıra, tescili zorunlu olduğu halde tescil edilmemiş veya tescil edilip de ilanı zorunlu iken ilan olunmamış hususların, ancak bunu bildikleri veya bilmeleri gerektiği ispat edildiği takdirde üçüncü kişilere karşı ileri sürülebileceğine ilişkin m. 36/4 hükmü (sicilin olumsuz etkisi) de göz önünde bulundurulduğunda yönetim kurulu üyelerinin görevlerinin sona erdiği tescil ve ilan olunmadıkça görev süresinin dolmuş olması üçüncü kişilere karşı ileri sürülemeyecektir.

Öte yandan, yönetim kurulunun görev süresinin dolması durumunda kamu borçlarından sorumluluğun devam edip etmeyeceği gündeme gelmektedir. Gerek Yargıtay’ın yeni yönetim kurulu seçilinceye kadar mevcut yönetim kurulunun görevlerinin devam edeceği gerekse de görev süresi dolan yönetim kurulunun acil işleri yapma yükümlülüğünün devam ettiğine ilişkin öğreti görüşü birlikte değerlendirildiğinde görev süresi dolan yönetim kurulu üyelerinin, yeni yönetim kurulu seçilmedikçe, şirketin kamu borçlarından doğan sorumluluğunun devam ettiği kabul edilebilecektir.

Av. Musa Armağan ADAL

Kira Hukukuna İlişkin Ertelenen Türk Borçlar Kanunu Hükümleri

Anahtar Kelimeler: Kira, Tacir, Tüzel Kişi, İşyeri, Erteleme.

Genel Olarak

6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu (TBK) 11.01.2011 tarihinde kabul edilmiş, 04.02.2011 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanmış ve 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe girmiştir.

31.03.2011 tarihli ve 6217 sayılı Yargı Hizmetlerinin Hızlandırılması Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasın Dair Kanun ile TBK’ye eklenen Geçici Madde 2, 04.07.2012 tarihli ve 6353 sayılı Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ile değiştirilmiş ve güncel haline gelmiştir. Sözü edilen TBK Geçici Madde :

Kiracının Türk Ticaret Kanununda tacir olarak sayılan kişiler ile özel hukuk ve kamu hukuku tüzel kişileri olduğu işyeri kiralarında, 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun 323, 325, 331, 340, 342, 343, 344, 346 ve 354 üncü maddeleri 1/7/2012 tarihinden itibaren 8 yıl süreyle uygulanmaz. Bu halde, kira sözleşmelerinde bu maddelerde belirtilmiş olan konulara ilişkin olarak sözleşme serbestisi gereği kira sözleşmesi hükümleri tatbik olunur. Kira sözleşmelerinde hüküm olmayan hallerde mülga Borçlar Kanunu hükümleri uygulanır.

düzenlemesini içermektedir. Bu madde kapsamındaki erteleme hükmünün uygulanması bakımından önem taşıyan iki ölçüt vardır. Bunlardan ilki kira sözleşmesinin niteliğinin işyeri kirası olması, ikinci ise kiracının tacir veya tüzel kişi olmasıdır.

Uygulanması Ertelenen Hükümler

TBK m. 323 : Kira ilişkisinin devrine ilişkindir.

TBK m. 325 : Kiracının kiralananı sözleşme süresinden önce geri vermesine ve bu halde ödeyeceği tazminata ilişkindir. 

TBK m. 331 : Kira sözleşmesinin önemli sebeplerin varlığı halinde yasal bildirim süresine uyarak olağanüstü feshine ilişkindir.

TBK m. 340 : Kiracının yararına olmayan, konut ve çatılı işyeri kira sözleşmesinin kurulması ya da sürdürülmesi için şart koşulan bağlantılı sözleşmelerin geçersizliğine ilişkindir.

TBK m. 342 : Güvence verilmesine (depozito) ilişkindir.

TBK m. 343 : Kira sözleşmesinde kira bedelinin belirlenmesi dışında, kiracı aleyhine değişiklik yapılamayacağına ilişkindir.

TBK m. 344 : Kira bedelinin artış oranına ilişkindir.

TBK m. 346 : Kiracıya, kira bedeli ve yan giderler dışında başka bir ödeme yükümlülüğü getirilemeyeceği ve özellikle, kira bedelinin zamanında ödenmemesi halinde ceza koşulu ödeneceğine veya sonraki kira bedellerinin muaccel olacağına ilişkin anlaşmaların geçersiz olacağına dair kiracı aleyhine düzenleme yasağına ilişkindir.

TBK m. 354 : Dava yoluyla kira sözleşmesinin sona erdirilmesine ilişkin hükümlerin kiracı aleyhine değiştirilemeyeceğine ilişkindir.

Uygulanacak Hukuk

Yukarıda belirtilen hükümlerin uygulanmayacağı süre boyunca bu konular hakkında taraflar arasındaki sözleşme hükümleri, sözleşme hükmü bulunmaması halinde ise 818 sayılı mülga Borçlar Kanunu hükümleri uygulanacaktır.

Uygulanmama Süresi Sonu

TBK Geçici m. 2 hükmünde belirtilen süre 01.07.2012 tarihinden itibaren 8 yıldır. Dolayısıyla maddede öngörülen süre 01.07.2020 tarihinde sona ermektedir. Böylece 01.07.2020 tarihinden itibaren TBK hükümlerinin tamamı uygulanabilecektir.

Av. Musa Armağan ADAL

Anonim Şirket Genel Kurul ve Yönetim Kurulu ile Limited Şirket Müdürünün Görev ve Yetkileri

Anahtar Kelimeler: Anonim Şirket, A.Ş., Limited Şirket, Ltd. Şti., Görev, Yetki, Genel Kurul, Yönetim Kurulu, Müdür, Müdürler Kurulu.

Anonim Şirket

Genel Kurul

Anonim şirket (A.Ş.) genel kurulu Türk Ticaret Kanunu (TTK) madde (m.) 407 ve devamı hükümlerinde düzenlenmektedir. Genel kurul bir iç organ niteliğinde olup yürütmeye ilişkin görevi bulunmamaktadır (Tekinalp, Ünal, Sermaye Ortaklıklarının Yeni Hukuku, İstanbul, 2013, s. 183).

Genel kurulun devredilemez görev ve yetkileri şunlardır (TTK m. 408):

  • Esas sözleşmenin değiştirilmesi,
  • Yönetim kurulu üyelerinin seçimi, süreleri, ücretleri ile huzur hakkı, ikramiye ve prim gibi haklarının belirlenmesi, ibraları hakkında karar verilmesi ve görevden alınmaları,
  • TTK’de öngörülen istisnalar dışında denetçinin seçimi ile görevden alınması,
  • Finansal tablolara, yönetim kurulunun yıllık faaliyet raporuna, yıllık kâr üzerinde tasarrufa, kâr payları ile kazanç paylarının belirlenmesine, yedek akçenin sermayeye veya dağıtılacak kâra katılması dahil, kullanılmasına dair kararların alınması,
  • TTK’de öngörülen istisnalar dışında şirketin feshi,
  • Önemli miktarda şirket varlığının toptan satışı.

Yönetim Kurulu

Yönetim kurulu ise A.Ş.’nin yönetim ve temsil organı olup (TTK m. 365), TTK’nin ve esas sözleşmenin genel kurula tanıdığı yetkiler dışında kalan tüm yetkileri elinde bulundurur.

Genel kurul ve yönetim kurulu A.Ş.’nin zorunlu iki organı olup aralarında bir altlık-üstlük ilişkisi değil (Tekinalp, s. 183, Üçışık, Güzin/Çelik, Aydın, Anonim Ortaklıkta Finansal Tablolar Yedek Akçeler ve Kar Dağıtımı, İstanbul, 2018, s. 9, 95-111) bir görev ve işbölümü ayrımı bulunmaktadır (Bilgili, Fatih/Demirkapı, Ertan, Şirketler Hukuku, Bursa, 2012, s. 170).

Yönetim kuruluna yüklenen görev ve yetkiler, “Yönetimin devri” başlıklı TTK m. 367 kapsamında kısmen veya tamamen, bir veya birkaç yönetim kurulu üyesine veya üçüncü kişiye devredilebilir. Bu devrin sınırını ise “Devredilemez görev ve yetkiler” başlıklı m. 375 oluşturmaktadır. Bu görev ve yetkiler genel kurul tarafından yönetim kurulundan başkasına verilemez ve yönetim kurulu da bu görev ve yetkileri başkasına devredemez (Tekinalp, s. 208). Yönetim kurulun devredilemez görev ve yetkileri şunlardır (TTK m. 375):

  • Şirketin üst düzeyde yönetimi ve bunlarla ilgili talimatların verilmesi,
  • Şirketin yönetim teşkilatının belirlenmesi,
  • Muhasebe, finans denetimi ve şirketin yönetiminin gerektirdiği ölçüde, finansal planlama için gerekli düzenin kurulması,
  • Müdürlerin ve aynı işleve sahip kişiler ile imza yetkisini haiz bulunanların atanmaları ve görevden alınmaları,
  • Yönetimle görevli kişilerin, özellikle kanunlara, esas sözleşmeye, iç yönergelere ve yönetim kurulunun yazılı talimatlarına uygun hareket edip etmediklerinin üst gözetimi,
  • Pay, yönetim kurulu karar ve genel toplantı ve müzakere defterlerinin tutulması, yıllık faaliyet raporunun ve kurumsal yönetim açıklamasının düzenlenmesi ve genel kurula sunulması, genel kurul toplantılarının hazırlanması ve genel kurul kararlarının yürütülmesi,
  • Borca batıklık durumunun varlığında mahkemeye bildirimde bulunulması.

Limited Şirket

Genel Kurul

Limited şirket genel kurulu TTK m. 616 ve devamı hükümlerinde düzenlenmiş olup, genel kurulun devredilemez yetkileri şunlardır (TTK m. 616/1):

  • Şirket sözleşmesinin değiştirilmesi,
  • Müdürlerin atanmaları ve görevden alınmaları.
  • Topluluk denetçisi ile denetçilerin atanmaları ve görevden alınmaları.
  • Topluluk yılsonu finansal tabloları ile yıllık faaliyet raporunun onaylanması.
  • Yılsonu finansal tablolarının ve yıllık faaliyet raporunun onaylanması, kâr payı hakkında karar verilmesi, kazanç paylarının belirlenmesi.
  • Müdürlerin ücretlerinin belirlenmesi ve ibraları.
  • Esas sermaye paylarının devirlerinin onaylanması.
  • Bir ortağın şirketten çıkarılması için mahkemeden istemde bulunulması.
  • Müdürün, şirketin kendi paylarını iktisabı konusunda yetkilendirilmesi veya böyle bir iktisabın onaylanması.
  • Şirketin feshi.
  • Genel kurulun kanun veya şirket sözleşmesi ile yetkilendirildiği ya da müdürlerin genel kurula sunduğu konularda karar verilmesi.

Aşağıda sayılanlar ise, şirket sözleşmesinde öngörüldükleri takdirde genel kurulun devredilemez yetkileridir (TTK m. 616/2):

  • Şirket sözleşmesi uyarınca genel kurulun onayının arandığı hâller ile müdürlerin

faaliyetlerinin onaylanması.

  • Önerilmeye muhatap olma, önalım, geri alım ve alım haklarının kullanılması hakkında karar verilmesi.
  • Esas sermaye payları üzerinde rehin hakkı kurulmasına ilişkin onayın verilmesi.
  • Yan edim yükümlülükleri hakkında iç yönerge çıkarılması.
  • Şirket sözleşmesinin 613 üncü maddenin dördüncü fıkrası (bağlılık yükümü ile rekabet yasağına aykırı faaliyette bulunulabilecek haller) uyarınca ortakların onayını yeterli görmemesi hâlinde, müdürlerin ve ortakların şirkete karşı bağlılık yükümü veya rekabet yasağı ile bağdaşmayan faaliyetlerde bulunabilmelerinin onayı için gereken iznin verilmesi.
  • Bir ortağın şirket sözleşmesinde öngörülen sebeplerden dolayı şirketten çıkarılması.

Müdür

Limited şirketin yönetim organı Müdür’dür. Müdür, kanunla veya şirket sözleşmesiyle genel kurula bırakılmamış bulunan yönetime ilişkin tüm konularda karar almaya ve bu kararları yürütmeye yetkilidir (TTK m. 623/3).Birden fazla müdür olması halinde Müdürler Kurulu mevcudiyet kazanır ve böylesi bir durumda müdürlerden biri genel kurul tarafından Müdürler Kurulu Başkanı olarak atanır (TTK m. 624/1). 

Başkan olan müdür veya tek müdürün bulunması hâlinde bu kişi, genel kurulun toplantıya çağrılması ve genel kurul toplantılarının yürütülmesi konularında olduğu gibi, genel kurul başka yönde bir karar almadığı ya da şirket sözleşmesinde farklı bir düzenleme öngörülmediği takdirde, tüm açıklamaları ve ilanları yapmaya da yetkilidir (TTK m. 624/2).

Birden fazla müdürün varlığı hâlinde, bunlar çoğunlukla karar alırlar. Eşitlik hâlinde başkanın oyu üstün sayılır. Şirket sözleşmesi, müdürlerin karar almaları konusunda değişik bir düzenleme öngörebilir (TTK m. 624/3).

Müdürler, kanunların ve şirket sözleşmesinin genel kurula görev ve yetki vermediği bütün konularda görevli ve yetkilidir. Müdürler, aşağıdaki görevlerini ve yetkilerini devredemez ve bunlardan vazgeçemezler (TTK m. 625/1):

  • Şirketin üst düzeyde yönetilmesi ve yönetimi ve gerekli talimatların verilmesi.
  • Kanun ve şirket sözleşmesi çerçevesinde şirket yönetim örgütünün belirlenmesi.
  • Şirketin yönetimi için gerekli olduğu takdirde, muhasebenin, finansal denetimin ve finansal planlamanın oluşturulması.
  • Şirket yönetiminin bazı bölümleri kendilerine devredilmiş bulunan kişilerin, kanunlara, şirket sözleşmesine, iç tüzüklere ve talimatlara uygun hareket edip etmediklerinin gözetimi.
  • Küçük limited şirketler hariç, risklerin erken teşhisi ve yönetimi komitesinin kurulması.
  • Şirket finansal tablolarının, yıllık faaliyet raporunun ve gerekli olduğu takdirde topluluk finansal tablolarının ve yıllık faaliyet raporunun düzenlenmesi.
  • Genel kurul toplantısının hazırlanması ve genel kurul kararlarının yürütülmesi.
  • Şirketin borca batık olması hâlinde durumun mahkemeye bildirilmesi.

Şirket sözleşmesinde müdürün veya müdürlerin aldıkları belirli kararları yahut münferit sorunları genel kurulun onayına sunmaları gereği öngörülebilir (TTK m. 625/2).

Müdürler açısından bağlılık borcu ve aksi öngörülebilir rekabet yasağı mevcuttur (TTK m. 626).

Müdürlerin temsil yetkilerinin kapsamına, yetkinin sınırlandırılmasına, imzaya yetkili olanların belirlenmesine, imza şekli ile bunların tescil ve ilanına bu Kanunun anonim şirketlere ilişkin ilgili hükümleri kıyas yolu ile uygulanır (TTK m. 629/1).

Müdürler tarafından şirkete hizmet akdi ile bağlı olanların sınırlı yetkiye sahip ticari vekil veya diğer tacir yardımcıları olarak atanması hususunda m. 367 ile m. 371/7 kıyasen limited şirketlere de uygulanır (TTK m. 629/3).

Genel kurul, müdürü veya müdürleri görevden alabilir, yönetim hakkını ve temsil yetkisini sınırlayabilir (TTK m. 630/1). Her ortak, haklı sebeplerin varlığında, yöneticilerin yönetim hakkının ve temsil yetkilerinin kaldırılmasını veya sınırlandırılmasını mahkemeden isteyebilir (TTK m. 630/2).

Şirket sözleşmesinde başka şekilde düzenlenmediği takdirde, ticari mümessiller ve ticari vekiller ancak genel kurul kararı ile atanabilirler; yetkileri genel kurul tarafından sınırlandırılabilir (TTK m. 631/1).

Müdür veya müdürlerin çoğunluğu, m. 623’ün kapsamına girmeyen ticari mümessili veya ticari vekili her zaman görevden uzaklaştırabilir. Bu kişi genel kurul kararı ile atanmışsa, görevden alma ve yetkilerini sınırlandırmak için genel kurul gecikmeksizin toplantıya çağrılır (TTK m. 631/2).

Ayrıca, A.Ş. yönetim kurulu kararlarının butlanı hakkındaki m. 391 ve müdürlerin bilgi alma haklarına kıyas yolu ile uygulanmak üzere m. 392 hükmü limited şirket hakkında da uygulanır. Limited şirketlere uygulanacak A.Ş. hükümleri bu maddelerle sınırlı olmayıp görev ve yetki konularına ilişkin maddeler değinilmekle yetinilmiştir.

Av. Musa Armağan ADAL

Yürütmenin Durdurulması

Anahtar Kelimeler: Yürütmenin Durdurulması, YD.

Kapsam: Yürütmenin durdurulması kararları bidayet mahkeme yargılamalarıyla sınırlı olarak incelenecek olup, istinaf ve temyiz aşamaları kapsam dışında bırakılmıştır.

Tanım

Yürütmenin durdurulması İdare Hukuku alanında gündeme gelen bir kurumdur. Genel itibarıyla Anayasa ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nda (“İYUK”) düzenlenmektedir. Yürütmenin durdurulması, dava konusu edilen idari işlemin yürütülmesinin dava sonuna kadar durdurulması anlamına gelmektedir.

Anayasa madde (m.) 125/5: “İdari işlemin uygulanması halinde telafisi güç veya imkansız zararların doğması ve idari işlemin açıkça hukuka aykırı olması şartlarının birlikte gerçekleşmesi durumunda gerekçe gösterilerek yürütmenin durdurulmasına karar verilebilir.” hükmüyle kurumun temelini ve genel çerçevesini düzenlemektedir. Kuruma ilişkin detaylı düzenleme için İYUK m. 27’nin incelenmesi gerekmekte ise de kuruma ilişkin düzenlemeler yalnızca bu maddeyle sınırlı değildir.

Koşullar

İYUK m. 27/2 düzenlemesinde yürütmenin durdurulması kararı verilebilmesi için gereken koşullar şu şekilde sayılmıştır:

  1. İdari işlemin uygulanması halinde telafisi güç veya imkansız zararların doğması,
  2. İdari işlemin açıkça hukuka aykırı olması.

Koşullar bununla sınırlı değildir. Diğer koşullar için İYUK’un genelinin incelenmesi gerekmektedir.

  1. Bu kapsamda öncelikle davacının, dava konusu idari işlemin yürütmesinin durdurulmasını talep etmesi gerekmektedir. Zira İYUK m. 27/1 hükmü Danıştay ve idari mahkemelerde dava açılmasının dava konusu idari işlemin yürütmesini durdurmayacağını düzenlemektedir. Bunun istisnası vergi davaları olup İYUK m. 27/4’de bu istisna hakkındaki kapsamlı düzenleme mevcuttur. Bu istisnanın genel kuralı vergi mahkemelerinde vergi uyuşmazlıklarından doğan davaların açılmasının, tarh edilen vergi, resim ve harçlar ile benzeri mali yükümlerin ve bunların zam ve cezalarının dava konusu edilen bölümünün tahsil işlemlerinin durdurulacağıdır. İstisnanın istisnası ise maddenin ikinci cümlesinde düzenlenmektedir.

Kararın Sonucu

İYUK m. 28/1 uyarınca yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararlar idare tarafından gecikmeksizin yerine getirilmelidir. Kararın yerine getirilmesine ilişkin süre hiçbir şekilde kararın idareye tebliğinden itibaren 30 günü geçemez.

Karara İtiraz

Mahkemece yürütmenin durdurulması talebi hakkında kabul veya ret yönünde karar verilebilir. Bu kararlara karşı 7 gün içinde itiraz edilebilir (İYUK m. 27/7). Ancak ivedi yargılama usulünün uygulandığı davalarda itiraz yolu kapalıdır (İYUK m. 20/A/2-e). Benzer şekilde merkezi ve ortak sınavlara ilişkin açılan davalarda da mahkemece, yürütmenin durdurulması talebi hakkında, verilen kararlara karşı itiraz yolu kapalıdır (İYUK m. 20/B/1-d).

Av. Musa Armağan ADAL

İsim ve Soy İsim Değişikliği

Anahtar Kelimeler: isim, soy isim, isim değişikliği

  • Kişinin ismini ve soy ismini değiştirmesi mümkündür. Bunun için Asliye Hukuk Mahkemesi (Bkz: YHGK 25.12.2013 T., 2013/18-464 E., 2013/1698 K.) nezdinde dava açılması gerekmektedir. Dava kapsamında haklı nedenin ispatı gerekir ve ispat açısından Hakim’in takdir yetkisi bulunmaktadır.
  • Haklı nedenle ilgili Yargıtay kararları şu şekildedir:

“Davacı dava dilekçesi ve duruşmadaki beyanında; babasının annesini ve kendisini terk ettiğini, 2 yaşındayken annesinden boşandığını, terk ettikten sonra ne maddi ne manevi olarak kendisiyle ilgilenmediğini, biyolojik açıdan babası olması dışında kendisiyle hiçbir duygu bağının olmadığını, baba olarak benimsemediği bir kişinin soyadını taşımanın kendisini inanılmaz derecede rahatsız ettiğini, çevresinde…soyadını taşıyan sadece kendisi olduğunu, ayırca bu soyismin hiçbir konuda gayret sarfetmeyen bir kişiymiş gibi algılanması sebebiyle üzüntüye sebep olduğunu belirterek soyadının Ilgaz olarak düzeltilmesini istemiştir. (…) Somut olayda, davacının dava dilekçesinde ileri sürdüğü hususlar dosyada toplanan kanıtlar sözü edilen Kanun maddesine göre haklı neden sayılarak soyadın değiştirilmesi yönünden davanın kabulüyle davacının soyadının talep gibi düzeltilmesine karar verilmesi gerekirken, yerinde olmayan gerekçe ile davanın reddine karar verilmesi, Doğru görülmemiştir.” (Y. 8. HD, 14.12.2017 T., 2017/6537 E., 2017/16938 K., www.kazanci.com, Erişim Tarihi: 10.04.2020)

“Somut olayda davacının dava dilekçesinde ileri sürdüğü hususlar, dosyada toplanan kanıtlar, 1. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2014/12 E. 2014/89 . sayılı dosyasında ve eldeki davada dinlenen tanıkların anlatımları dikkate alındığında, davacının “… adı ile tanındığı anlaşıldığından, bu hususun anılan yasa maddesi hükmüne göre haklı neden sayılarak davanın kabulüne hükmedilmesi gerekirken, yerinde olmayan gerekçe ile davanın reddi doğru görülmemiştir.” (Y. 8. HD, 14.12.2017 T., 2017/6311 E., 2017/16881 K., www.kazanci.com, Erişim Tarihi: 10.04.2020)

“Yargılama sırasında dinlenen tanıklar, davacının arkadaş çevresinde ve aile arasında adı ile bilindiğini beyan ettiklerinden ve kolluk araştırma tutanağı ve adli sicil kaydına göre de isim değişikliğine engel bir nedenin bulunmadığı, davacının adı ile bilindiği tespit edildiğinden ve davacı tarafından haklı nedeni kanıtladığından davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken, yerinde bulunmayan gerekçe ile reddi doğru görülmemiştir.” (Y. 18. HD, 13.01.2016 T., 2015/5694 E., 2016/347 K., www.kazanci.com, Erişim Tarihi: 10.04.2020)

  • Evli kadının soy isim değişiklik davası Aile Mahkemesi’nde görülür. Kadının yalnızca evlilik öncesi soy ismini kullanması mümkündür:

“sebep önemli olmaksızın davacı evlilik birliği içinde sadece kızlık soyismini kullanmak istemektedir. Kızlık soyisminin kullanmak istemek için haklı bir gerekçenin bulunmasına ihtiyaç bulunmamaktadır. Bu hak AİHS 8 ve Anayasanın 17. maddeleri kapsamında bir insan hakkıdır ve cinsiyete dayalı olarak bir ayrıma tabi tutulmaksızın erkek ve kadın arasında eşit şekilde uygulanmalıdır. Aksi durum AİHS’nin 14. maddesine aykırılık teşkil edecektir.” (YHGK, 30.09.2015 T., 2014/2-889 E., 2015/2011 K, www.kazanci.com, Erişim Tarihi: 10.04.2020)

  • Çocuğun soy isminin velayet hakkı kapsamında değiştirilmesi davası Aile Mahkemesi’nde görülür:

“davanın, ergin kişinin haklı sebeple soyadının değiştirilmesi niteliğinde değil, evlilik içinde doğan çocuğun, doğumla kazandığı “aile soyadının” velayet hakkı kapsamında değiştirilmesi talebine dair bulunması ve buna dair değerlendirmenin aile mahkemesi tarafından yapılması gerektiğinden davanın görev yönünden reddine kararı verilmesi gerekirken bu isteğin esastan incelenerek reddine karar verilmesi usul ve yasaya uygun düşmediğinden bozmayı gerektirmiştir.” (Y. 8. HD, 16.03.2017 T., 2017/1124 E., 2017/3787 K., www.kazanci.com, Erişim Tarihi: 10.04.2020)

  • Velayet hakkı koşulsuz şekilde çocuğun soy isminin değiştirilmesi hakkını vermez, haklı nedenin ispatı gerekir:

“Velayet hakkı ana ve baba için normal şartlarda çocuğun ergin olmasına yani onsekiz yaşını tamamlamasına kadar devam eden geçici bir haktır. Evliliğin sonradan boşanma gibi sebeplerle ortadan kalkması hallerinde velayet hakkının sırf anaya verilmiş olması onun soyadının değiştirilmesi için haklı bir neden sayılmadığı gibi hukuki mevzuat da buna cevaz vermemektedir.” (Y. 18. HD, 29.09.2016 T., 2016/9861 E., 2016/10849 K., www.kazanci.com, Erişim Tarihi: 10.04.2020)

“Somut olayda da, taraflar sonradan boşanmış olsalar da soyadı değiştirilmek istenilen küçük evlilik içinde doğmuştur. Bu nedenle yukarıdaki açıklamalardan da anlaşılacağı üzere küçük ergin oluncaya kadar babanın soyadını taşıması gerektiği Kurul çoğunluğunca kabul edilmiştir.” (YHGK 25.12.2013 T., 2013/18-464 E., 2013/1698 K., www.kazanci.com, Erişim Tarihi: 10.04.2020)

  • 24.12.2019 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 7196 sayılı Kanun uyarınca Nüfus Hizmetleri Kanunu’na eklenen Geçici Madde 11 uyarınca, 3 yıl içinde Nüfus Müdürlüğü’ne yapılacak yazılı başvuru ile  21/6/1934 tarihli ve 2525 sayılı Soyadı Kanununun 3 üncü maddesine aykırı soyadları ile yazım ve imla hatası veya düzeltme işareti kullanılmamasından kaynaklanan anlam değişiklikleri bulunan, genel ahlaka uygun olmayan, toplum tarafından gülünç karşılandığı değerlendirilen ad ve soyadları, mahkeme kararı aranmaksızın, il veya ilçe idare kurulunun vereceği kararla bir defaya mahsus olmak üzere değiştirilebilir.

Av. Musa Armağan Adal

Kiracının Tahliyesi

Anahtar Kelimeler: Kiracı, Tahliye

Genel

Kira borcunun ödenmemesi nedeniyle kiracının tahliyesi için izlenebilecek iki yol bulunmaktadır. Bunlardan ilki 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu (“TBK”) madde (“m.”) 352/2’de, diğeri ise İcra ve İflas Kanunu (“İİK”) m. 269/b’de düzenlenmektedir.

TBK Kapsamında Tahliye

TBK m. 352/2’deki yol şu şekildedir:

  • Bir kira dönemi içinde kira bedelinin ödenmemesi nedeniyle kiracıya 2 haklı ihtar gönderildiği takdirde,
  • Kira döneminin bitiminden başlayarak 1 ay içinde,
  • Sulh Hukuk Mahkemesi nezdinde,
  • Kira sözleşmesinin feshi ve kiracının tahliyesi istenebilir.

Burada sözü geçen 2 haklı ihtar şartının sağlanabilmesi için kiracının temerrüde düşürülmesi gerekmektedir. İhtar ardından kira bedelinin ödenmiş olması gönderilen ihtarın haklılığını etkilemeyecektir. Dolayısıyla kira bedeli ödenmeyen bir ay için ihtar gönderildikten sonra ilgili bedel ödenmiş olsa dahi 2 haklı ihtar şartının 1incisi tamamlanmış olur. Aynı kira döneminde yeni bir ihtar gönderilmesi halinde sonrasında bedel ödensin yahut ödenmesin, bu dava yolu için gereken 2 haklı ihtar koşulu sağlanmış olur.

Ayrıca ihtarın TBK m. 315 hükmüne uygun olması gerekmektedir.

İİK Kapsamında Tahliye

İİK m. 269’daki yol ise şu şekildedir:

  • Ödenmeyen kira bedeline ilişkin olarak kiracı aleyhine “Adi Kira ve Hasılat Kiraları İçin Ödeme Emri” gönderilmesi talepli icra takibi başlatılmalı (uygulamada bu ödeme emri için “Örnek 13” ifadesi kullanılmaktadır),
  • Bu kapsamda borçluya(kiracıya) 30 gün içinde ödeme yapması gerekliliği aksi halde tahliye edilebileceği ihtar edilir,
  • Borçlu(kiracı) 7 gün içinde takibe itiraz etmezse takip kesinleşir ancak 30 günlük süre içinde ödeme yapılır ise tahliye mümkün olmaz,
  • Borçlu(kiracı) itirazında kira sözleşmesini ve varsa buna ilişkin imzasını açık ve kesin olarak reddetmezse kira sözleşmesini kabul etmiş sayılır,
  • Borçlunun(kiracının) itiraz etmemesi ve borcunu ödememesi halinde 30 günlük ihtar süresini takip eden 6 ay içinde İcra Hukuk Mahkemesinde tahliye davası açılabilir,
  • İtiraz halinde ise itirazın alacaklıya tebliğinden itibaren 6 ay içinde İcra Hukuk Mahkemesi nezdinde dava açılarak itirazın kaldırılması ve tahliye talep edilebilir (İtiraz türleri farklı niteliklerde olabilmektedir; her bir durumda başvurulacak hukuki yollar ve ortaya çıkacak sonuçlar farklıdır. Detaylı bilgi için bizimle iletişime geçebilirsiniz).

Örnek 13 ödeme emri de TBK m. 352’de aranan ihtar şartını sağlamaktadır. Dolayısıyla bir kira dönemi içinde 2 haklı Örnek 13 ödeme emri gönderilmesi halinde borçlar ödense dahi TBK m. 352 kapsamında kira sözleşmesinin feshi ve tahliye talep edilebilir.

Kira alacağının adi takip yoluyla (uygulamada bu yol kapsamındaki ödeme emrine “Örnek 7” denilmektedir) icra takibine konu edilmesi de mümkündür. Ancak bu ihtimalde takibe itiraz edilmesi halinde İİK m. 269 hükmüne istinaden itirazın kaldırılması talep edilemeyecek, Sulh Hukuk Mahkemesi nezdinde itirazın iptali davası açılması gerekecektir. Bu davada tahliye talep edilemez. Bunun iki nedeni vardır: Birincisi borçluya(kiracıya) verilen sürenin TBK m. 315’in aksine 7 gün olması, ikincisi ise TBK m. 352’de aranan iki haklı ihtar şartının sağlanmamış olması ihtimalidir.

Ancak eğer borçlu itirazında kira sözleşmesine ilişkin itirazda bulunmaksızın borca itiraz ederse alacaklı İcra Hukuk Mahkemesi nezdinde itirazın kaldırılması yoluna başvurabilir ve bu davada kira sözleşmesi İİK m. 68’de yazılı belgeler kapsamında değerlendirilir (Y. 8. HD, 30.05.2018 T., 2017/5029 E., 2018/13409 K., www. yargitay.gov.tr, Erişim Tarihi: 01.01.2021).

Av. Musa Armağan ADAL

* Güncelleme: 01.01.2021.

İcra ve İflas Kanunu Madde 111/I-II’de Düzenlenen Borç Ödeme Taahhüdü

Anahtar Kelimeler: Taahhüt, Borç Ödeme Taahhüdü, Taahhüdü İhlal, Ödeme Şartı, Tazyik Hapsi

Borç ödeme taahhüdü temel olarak İcra ve İflas Kanunu (“İİK”) madde (m.) 111 ve m. 340’ta düzenlenmektedir. Bu yazımızın konusunu oluşturan “Taksitle Ödeme” başlıklı m. 111/I-II hükmünde düzenlenen borç ödeme taahhüdü alacaklının muvafakatine ihtiyaç duyulmaksızın yalnızca borçlu tarafından gerçekleştirilebilen bir işlemken, m. 340 ve m. 111/III hükümlerinin lafzından anlaşılan taahhütlerde alacaklının muvafakati aranır.

İİK m. 111/I-II hükmündeki temel şartlar şunlardır:

  • En geç alacaklının satış talebinden önce yapılabilir,
  • Borçlunun yeteri miktarda malı haczedilmiş olmalıdır,
  • Azami 4 taksit yapılabilir,
  • Her bir taksit, borcun 1/4’ünden az olmamalıdır,
  • İlk taksit peşin ödenmelidir,
  • Taksitler aydan aya ödenmelidir,
  • Müddet 3 aydan uzun olmamalıdır.

Yukarıdaki taahhüt dışında, daha esnek şartlarla yapılacak taahhütlerde ise alacaklının onayı gerekmektedir.

“Borçlunun Ödeme Şartını İhlali Halinde Ceza” başlıklı m. 340 hükmünde (uygulamada “Taahhüdü İhlal Suçu” olarak nitelendirilmektedir) yukarıda açıklanan her iki taahhüt açısından geçerli olacak şekilde bir cezai düzenleme yer almaktadır. Buna göre:

  • Taahhüdün makul bir sebep olmaksızın ihlal edilmesi durumunda,
  • Alacaklının İcra Ceza Mahkemesi nezdinde yapacağı şikayete istinaden,
  • 3 aya kadar tazyik hapsine mahkum edilmesi mümkündür,
  • Hapsin uygulanmasına başlandıktan sonra borçlu borcun tamamını veya o tarihe kadar icra veznesine yatırmak zorunda olduğu meblağı öderse tahliye edilir,
  • Ödemelerin tekrar kesilmesi halinde borçlu hakkında yeninden tazyik hapsi kararı verilebilir,
  • Bir borçtan dolayı tazyik hapsinin süresi 3 ayı geçemez.

Buradaki borçtan kasıt icra takibini oluşturanborç olup her bir taksiti ifade etmez (Bkz: Y. 19. CD 30.01.2019 T., 2018/8584 E., 2019/1128 K.).

Bir taksitin ödenmemesi halinde hükmedilecek tazyik hapsinin süresi maddede belirtilen toplam 3 aylık süreden düşülecektir. Keza Yargıtay da “(…) ilk taksitin ödenmemesi nedeniyle maddede öngörülen cezanın tamamının infazı halinde, yaptırım uygulama olanağı kalmadığından, diğer taksitlerin ödenmemesi ayrıca bir taahhüdü ihlal kabahatini oluşturmayacaktır.” yönünde hüküm tesis etmiştir (Bkz: YCGK 29.09.2009 T., 2009/16-188 E., 2009/205 K., www.kazanci.com, Erişim Tarihi: 02.04.2020).

Taahhüdü ihlal suçunun oluşabilmesi için taahhüt metnine ilişkin geçerlilik şartları bulunmaktadır:

  • Taahhüt tutanağında toplam borç miktarı,
  • İşleyen ve işleyecek faiz ayrı ayrı belirtilmeli, toplam faiz olarak belirtilmemeli,
  • Vekalet ücreti,
  • İcra harç ve giderleri açıkça belirtilmelidir.

Bu şartlar sağlanmadığı takdirde taahhüt metninde belirsizlik bulunduğu gerekçesiyle taahhüdün geçersiz olduğuna ve bu nedenle borçlunun sorumsuzluğuna hükmedilmektedir (Bkz: Y. 12. HD 11.09.2019 T., 2019/8901 E., 2019/12391 K., www.kazanci.com, Erişim Tarihi: 02.04.2020).

Av. Musa Armağan ADAL